15 September 2013

22 December 2011

tekne


yer Karaincir, tek sitesi. Yıllardan doksanların ortası, belki de altısı. kendine ait kumsalı olan sitede bir haftaiçi, ögleye dogru. Şemsiyesiz kumda bir elimde kitabım, diğerinde uzaktaki tek ağacın altındaki bankta gazetesini okuyan dedemi kollar halde sigaram, narçiçeği rengi bikinim, güneşle icice bir haldeyken, dedemin uzaktan hadi sanem ögle sıcağı artık eve, yemeğe çağrısı. Anneannemin semizotu yemeği, çoban salatası, annemle içilen yemek sonrası türk kahvesi, tekrar sahile iniş, güneş, deniz, kitap, uyku hali, ve çalan telefonla birlikte doğrulmamla aspat tarafından bizim koya giren teknenin tezahürü, ve telefondaki ses: Buralarda mısın, denizin ortasındaki Benim, görüyor musun? Ne demişti yazar, meğer en mutlu olduğum günmüş, sonradan anladım..


Yazıda geçen  aile fertlerim artık hayatta değiller, onları da anmış oldum, zaten burda o yeknesak yaz gününün içindeyken o kadar mutlu olmadığımı duyumsamama üzülüyorum.. Hepsini çok özlüyorum.

20 November 2011



Agdan kacan baliklari bekleyen hazin son. Uclu kompozisyonum, tamamen uydurma, o an ne gelirse elime onu yaptim.

23 September 2011

Sanemcetamin'i facebookta sayfa yaptim bakalim, cok zamanim varmis gibi, belki motive olurum diye actim diyecegim ama yok, herkes gorsun etaminlerimi diye actim korkarim.

14 September 2011

Mavi..



Mavilerde kayboldugum islerden biri bu. Elimdeki renksiz  tahta cerceveye once lacivert,  ustune ise beyaz kat gecip, zimparalayip, sonrasinda banyo duvarina asmak niyetim.

25 July 2011

Victorian House / Viktoria tarzi etamin ev..


Etamin yaparken minik detaylar var beni gulumseten, mesela ikinci katta kosedeki saksi..


 Giristeki diger saksilar 


 Ve tabii yelkenlim..


17 July 2011





Bil bakalim ne buldum sana sorusuna verilebilecek en kiymetli hayallerimin disindaydi erik. Ama erikti işte, Arap marketinden sırf ben mutlu olayım diye alınmış ve hatta  orda benim sevdiğim zeytin de olabilirmiş, hani çizik yeşil olanlar, ama emin olunamamış, istersem gidelim yarın bakalımmış. Olur, gidelim. Peki, hadi gel ben de seni denizi masmavi olan, erikten başka muşmula da yiyebileceğimiz bir yere götüreyim ve artık hep orda kalalım desem, daha mutlu olucam söz desem...

12 September 2009


Çok çalıştım, çok yoruldum, çok gurur duydum, çok sinir oldum, çok hasta oldum, çok yol gittim, çok kararlar aldım, çok başa döndüm, arada çok okudum, çok kapandım, çok korktum, çok çoştum, çok sırıttım, çok özledim... En endişe vereni nefes alamamaktan mütevellit hastaneye koşuşumdu. Bunca zaman azimle ve inançla üstesinden geleceğime inandığım astıma yenik düştüm. Kortizonun hasını aldım, isyan ettim, ama alıştım. En gurur vereni iş yerimde terfi edişimdi; grup lideri oldum. Şef falan diyorlar gıcık oluyorum, lider oldum efendim. Bakın bu kız nasıl yapıyor işini, aynen onun gibi yapcaksınız babında. Liderlikten uzak balık burcu özelliklerimle arada sinirden gözyaşlarımı içime akıttığım olmadı değil hani. Görevimi layığıyla hala ifa etmekteyim, canım çıkarcasına. Başka n'oldu mesela, hah Cincan artık yok.. Evlatlık verdik, evde ölmesin istedim, ortam değişirse yaşar diye düşündüm, haklı çıktım... Bodrum burnumda tütüyor, ota böceğe hislenir, olur olmaz flashbackler yaşar oldum. Homesick olmuşsun kuzum dedi uzman arkadaş, haklısın dedim, tası tarağı toplayıp gidesim var. Eski, ilk buraya geldiğim 20li yaş cesaretlerimi bir toplayıp, yakıcam gemilerimi.


Blogla alakalı not: Etamin yapmadım, blackwork yaptım, onu da Ece'nin annesine yaptım.




28 December 2008

Muamma


İş yerimde tek aksanlı İngilizce konuşan benim, hele bir de benim gibi üst damak alt damak hizasında değilse, şu lanet sesi çıkarmanız zor olabiliyor, hani The kelimesinin ilk iki harfindeki ses. O dil iki diş hizasına gelmeli, ön iki dişiniz ve dolayısıyla diğer yan ekip tüm gruptan bağımsız çıkıntılık yaptıysa, yani kısaca dişlekseniz, zor bu iş. Th sesi öyle kolay olmuyor, diliniz meydana çıkıyor, dolayısıyla fıskiye işlevine konu olabiliyorsunuz, mazallah.
İşte ben de hem aksanlı, hem de nere aksanı olduğu bile belli olmayan bir tip olunca, bazı iş arkadaşlarım kafalarında beni nereye oturtacaklarını bilemediler. Şöylesi diyaloglar yaşadım mesela.

Ben Türkçe yazayım direk, çeviriyle uğraşmayalım.


-Nerelisin Sanem, sakıncası yoksa?

- Cevap klasik malum. Türkiye'de iken bu soruya Şebinkarahisar demişliğim var, öylesine anlamsız. Aslen Ankara doğumlu olup, Muğla iline bağlı büyümeyim. Babam anam farklı memleketlerden, Aydın'da hiç yaşamadım, hayır baba memleketini soranlar direk oralı olduğumu nerden çıkarırlar anlamam. Ege'liyim der geçerim. Neyse, cevaptan sonra aldığım tepki;

- Aaa ben seni Mısır'lı sanıyordum.

- Olabilir dedim, andırıyor olabilirim cidden.


Bir başkası:

- Sanem, nerelisin?

- Aynı cevap.

- Niye bilmem ben seni Kolombiya'lı sanmıştım.

- Karşılıklı gülüşmeler, içimden hatırlamaya çalıştığım herhangi bir Kolombiya'lı, kesin rejime girme kararı ve bu kararın konuyla alakasının irdelenmesi.


Bu biraz daha mantıklı olanı:

- Sanem, bu aksan nereye ait?

- Bizim yöreye.

- Ben de tahmin etmiştim, hatta Yunan'lı mısın diyecektim.

- Dedem Selanik'ten gelmiş, sayılır mı?


En cavcavlısı da şu;

Ayrıca yazar da olan bir eczacı arkadaş gayet kendinden emin,

- Sanem, Rus'sun değil mi sen, bu mevsim oldu daha kar görmedik burda bak.

- haha yok değilim ama orası soğuktur evet. Türk'üm ben.

- O zaman sen benim tanıdığım ilk Türk'sün. Ve sanırım ben mağarada yaşıyorum.

- ehihi yok ne mağarası, belki Rus akrabam vardır benim bilmedigim, belki doğrusunuzdur. Demedim tabii, ama öyle mahcup oldu ki keşke deseydim dedim sonradan.


Yukardaki fotodaki de Cincan, güneş banyosu için dışarı çıkardığımda kafasını toprağa gömmeye çalışır hali. Kerata.


28 October 2008

Ordan Burdan

Bu yaptığım desen benim dizaynım değil, ama ipleri ben uydurdum, ipler de taa Türkiye'den Banu'nun hediyesi. Kapının önüne konmuş paketin içinden bir dolu rengarek ebruli ipler çıktı, her renginden almış göndermiş. Ben de yarı backstitch yarı crossdan oluşan bu tabloyu yaptım, bir güzel de koyu yeşil çerçeve denk getirip astım duvara. Bir ara tüm duvarımı çekip koyucam buraya.

Ben çok ara verdim buraya, tam yazayım bunu dediğim şey, akşam olup da niyetlenince ya hevessiz oluyor ya da zaman aşımına uğramış oluyor, yazmasam da olur diyorum o zaman. Bırakıyorum. Çalışmaya başlayınca daha düzenli yazarım artık derken tek düzene giren şeyim uyku oldu. Sabahın beşbuçuğunda yola çıkmayı daha ne kadar severim Tanrım!

Cincan'a da iki kardeş evlatlık edindim, arkadaşım Candie bakamadı bana verdi. Riki ve Roko'ymuş adları bu devasaların. Çok oynaklar, Cincanım gene de tıfıllığına bakmadan hakimiyetini ilan etti, en büyük kayayı sahiplendi, oraya çıkıp bakıyor onlara, bulaşmıyor fazla.

Aşağıdaki fotolar da güzel ama di mi, renklerin yol boyu değişmesine bayıldım. Saol deli kız.








16 September 2008

Görmemişin Kaplumbağası Olmuş Bölüm1







Böyle atraksiyonlu olanı herkese nasip olmaz ama. En tepedeki fotoda sadece arka ayaklarla gerindiği veya ıkındığı, ikincide tırmansam kaçar mıyım acaba duruşu, üçüncüde ise tırmandık da noldu kaydım dünyam şaştı, tek elim ve ayağım askıda kaldı halleri.



08 September 2008


Hala zaman buluyorum iplerle oynamaya...
Yukardakiler diğerlerinden farklılar, organikler, halı dokunası cinsinden.
Ufacık vazo yaptım bunlardan, kuru çiçek koydum içine.




11 August 2008

CinCan

Sevgili Cincan kardeşim, ortalama 75 yıllık ömrünün ilk ayından beri benlesin. Maksatım seni bir sene bilemedin iki, biraz ele gelene kadar besleyip, sonra evin arkasındaki büyükteyzenin yaşadığını tahmin ettiğim ki konu komşu diyor başını gölden çıkartıp bakınıyormuş, o göle bırakmak. Yoksa benimle birlikte kocaman için almadım seni, büyüyceksin, göle gitceksin, ve yuva kurcaksın Cincan. Uzun tırnaklı parmaklarından anladığım kadarı ile erkeksin sen, zaten kızlar daha büyükçene olurmuş, senin parmakların uzun, büssen ufakçana, yuvarlaksın. Seni şimdilik o uzun, yeşil ve kurutulmuş solucanvari şeyle beslediğime bakma, bu yemekten kesilmene bir kaç ayın kaldı, sonra gelsin marullar, rendelenmiş havuçlar ve havamdaysam belki gerçek solucanlar. Bakalım, kısmet.

Komşu çocuklarından uzak tutuyorum seni diye kızma bana Cincan'cım, n'olur olmaz suya sokarlar ellerini, bir de yanlışlıkla ağızlarına götürdüler mi, salmonella virusü var diye adın çıkmış zaten, sonrasında ateş ve ishal. Gerçi bu virüs domateste de çıktı, pastorize olmayan sütte de varmış, çiftlik tavuklarında, kuşlarda, köpeklerde falan da. Bağışıklık sistemi daha savunmasız olan bebeler ve yaşlıların dikkat etmesi gerekiyor yani Cincan'ım, sen üstüne alınma. Ben de elime eldiven takmadan almıyorum seni, lakin titiz bir de abin var senin. Yoksa bana kalsa fır döndürürüm ben seni salonda, sırf evcilleşirsin belki diye.

O taşları da yerinden kaydırıp durma, en üstekini öyle tutmaya çalışmam senin için. Arada oraya çık da kabuğun kurusun, yoksa ilaç mı ne varmış suya dökülesi, kabuk sertleştiricisi. Sen uğraştırmazsın beni, çıkar arada kurutursun kendini.

Öpüyorum kavuniçi lekeli yanaklarından.

Ablan.


25 July 2008

Her Daldan









Bu kuşların önce ayaklarına bayıldım, yaparken bile incecik detayları vardı, kırılcak gibi, öylesine canlıydılar, durup durup sevdim ortaya çıktıkça her birini. Kahve olan kuş en çenebazı, kırmızılısının evde işi var da iki dakka uğramış, pembelisi en meraklısı. Japonca'da kadın sembolü olan kanjinin üçlüsünden yeni bir kanji yarattığınızda çıkan anlam gürültü demekti. Bu üçlü de bana onu anımsattı. Sawagi diye okunandan ayrı bir deyişi vardı bu kanjinin veya yakın başka bir anlamı, şimdi imkanı yok hatırlamıyorum okunuşunu ama kesin argoya giriyordur ve sadece japon erkeklerinin lugatındadır. Kadın-erkek şivesi bariz ayrı olan Japonca ne alaka şimdi bu kuşlarla hiç bilmiyorum. Çağrışımlar her zaman mantıklı olmaz zaten di mi?